Herşey Tiyatro Söyleşileri-1

Yetkin DİKİNCİLER


Oyuncu Tayfası 2011’de sahnelere bir proje daha armağan ediyor…

“Her şey Tiyatro” diyerek attığımız her adımı sizlere yeni bir soluk olarak sunmaya devam ediyoruz…

Bu vesile ile “Her şey Tiyatro” söyleşileri her ay bir tiyatro duayenini ağırlamak üzere 23 Ocak 2011 Pazar günü Saat: 17.00’de Yeni Sahne’de ünlü oyuncu Yetkin Dikinciler ile başlıyor.

 

Sanat Sokağı Dergisi Sayı 26 (alıntı)

İlk olarak sormak istediğim şu; "Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu biri olarak; sinema ve tiyatro alanında başarılı bir oyuncu olabilmek adına eğitimin önemi nedir? Ne kadardır? Eitim almayan ama çok iyi bir oyuncu olan, sevilen beğenilen takdir edilen oyuncuların özel yetenekleri midir onlara başarıyı getiren?

Eğitimli bir oyuncu olarak cevap vermem gerekirse, oyunculuğun eğitimini aldım, bana olan yararına çok inanıyorum. Ama eğitim sadece okul binasında eğiticiyle öğrenci arasında pasif bir eylem değildir. Hele de oyunculuk gibi çok fazla formatları olmayan, bir şablon, bir reçete, bir tarif içermeyen, sanata dair bir öğrenme sürecinin, hayat boyu sürdüğünü düşünüyorum. Sizin sorduğunuz soruda şöyle bir kavram var ya, oyuncu eğitimli ise oyuncudur, değilse değildir. Böyle bir şey yok. Oyuncular var, oyuncu olmayanlar var. Sadece böyle ayırabiliriz. Oyunculuk yapmak o kişiyi oyuncu yapmaz. Öğrneğin bugün televizyon dünyasında oyunculuk yapan ama arzusu, mesleği oyunculuk olmayan bir çok insan var. Rolü uygun düşmüştür. O güzel oğlanın, o güzel kızın üzerine dublaj yaparsınız, oyunculuk yaptırmış olursunuz. Ama oyunculuk bitmeyen bir süreçtir, öğrenme yaşam boyu sürer. Bu anlamdaki eğitime hep inanırım. Oyuncu öğrenmenin hayat boyu devam ettiğini düşünen kişidir.

Birçok tiyatroda ve dizilerde oynadınız, ardından sinemada inanılmz performans sergilediniz. Başarınız herkesçe takdir gördü. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz? Çok çalışmak çok istemek yeterli mi, yoksa biraz da şans mı?

Bazen biraz şans, çokça çalışmak. Bazen de çokça şans biraz çalışmak. İkisi bir arada, bunun tarifi çok kolay değil. Çünkü siz içerikte biraz tanınırlıktan bahsediyorsunuz; ben tiyatroda oynarken 300-500 kişi seyreder, o kadar kişi tanır. Ama örneğin Babam ve Oğlum gibi dört milyon seyirciyle buluşursanız, daha çok insan tarafından tanınırsınız. Sanki tanınır olmanın başarılı olmaya eş değer gibi bir yanılgı var Türkiye'de. "Tanınıyor demek ki başarılı" Aslında böyle bir şey yok. Bir cinayet, bir hırsızlık yüzünden de tanınabilirsiniz. Bu sizi başarılı olduğunuzu göstermez. Dolayısıyla siz yapmak istediğinizi yapmaya çalışırsınız, birileri de buna, "başarılı veya başarısız " der. Başarı sizi tarif edeceğiniz bir şey değildir. Sizin tarifinizdeki başarı, istediğiniz işi yapabilmektir. Ben de konuya böyle bakıyorum. Ben de hep istediğim işlerde yer almaya çalıştım.

Bu iki soruya bağlı olarak aslında sormak istediğim bir açıdan da şuydu. İyi bir eğitim ve iyi bir oyunculuk buraya kadar tamam. Ama "Babam ve Oğlum", "Mavi Gözlü Dev", "Ulak" gibi sinema filmleri, üst üste gelen, güzel ve beğenilen senaryoların tanınmanızdaki etkisi ve size getirileri nelerdir?

Tabii ki konuyu şöyle açabiliriz. Bir tiyatro izleyicisi, tiyatroyu seven kişi, zaten tiyatro izler. Ama beni filmlerimden görüp tanıyan ve bu aynı zamanda tiyatrocu deyip, oyunlarıma gelenler oluyor. Bu bana ve tiyatroya bir şeyler kazandırmış oluyor. En azından seyircinin geri dönüşünü sağlıyoruz. Bunun bir getiri olduğunu göz ardı edemeyiz. Bir de yaptığınız işler ve onun görünürlüğü arttıkça daha çok talep edilmeye başlıyorsunuz ve bu da size seçme şansı veriyor.

Sizi en çok güldüren, en çok beğendiğiniz ve hatta kendinize idol olarak aldığınız oyuncular kimlerdir?

Hiç bir zaman "en" konusunda cevap vermiyorum. Bu yemek konusu da olsa aynı oluyor. Karnıyarığı çok sevdiğimi biliyorum. Ama "en karnıyarık" diyemiyorum. Çünkü başka yemek yerken, lokmalar boğazımdan geçmez. Haksızlık yapmış gibi hissederim. Bunun gibi en sevdiğim oyuncuları söylerken, sevdiğim ama o an ismini unuttuğum olur üzülürüm... Dolayısı ile çok örnek aldığım insan, beğendiğim oyuncu var. Hatta bunların yaşça benden büyük olması da gerekmiyor. Mesleğine saygıyla, hürmetle, bağlılıkla sarılmış herkes örnek aldığım insandır.

Oyunculuk adına aldığınız tekliflere, profesyonel olarak mı bakarsınız? Yoksa amatör ruhla mı yani duygularınıza ve değer yargılarınıza göre mi kabul edersiniz oynayacağınız rolleri? Sizin karakterinizle uyuşmasını bekler misiniz size gelen tekliflerin?

Hayır, oyunculuğun öyle bir özelliği vardır. Oyunculuk kendi karakterinize uygun bir rol aramakla geçmez. O öyle bir hayattır ki, bazen uzaktan- yakından sizinle ilgisi olmayan bir rolle karşılaşabilirsiniz. Katil ruhlu biri olmayı gerektirmez katili oynamak. Ya da şair ruhlu biri olmayı gerektirmez, şairi oynamak. Ama elinizden geleni yaparsınız, oyunculuk böyle bir şeydir. Ben de karar verirken sadece içimde o şairi veya katili aramak, bana bir şey katacaksa öncelikle sezgisel olarak bunu düşünür, daha sonra benim varlığım projeye bir şey katacaksa kabul ederim.

Çocukluk anılarınızdan en sevdiğinizi bizimle paylaşır mısınız? Unutamadığınız ve hatırladıkça gülümsediğiniz.

Ben tek çocuk olarak doğdum. Ama fiili olarak çok çocuklu bir aileydik. Çünkü dayımlar, yengemler, anneannem ve dedem aynı apartmanda yaşıyorduk. Halen daha Aksaray'daki o eski evimizde kalanlarla yaşamaya devam ediyorum. Geçen yıl annemi kaybettim ama hayatımız devam ediyor o kalabalık aileyle birlikte. Benim kuzenimle bir tanışma hikayem var kafamda onu hatırlıyorum.

Küçükken anneannem yeşil bir kapta yoğurt vermiş elime, kapının eşiğinde onu yerken kap elimden düşmüş, devrilmiş durumda... Anneannem geldi, "hay Allah ne yaptın sen" dedi ve elime vurdu. Yoğurt kabını ve kaşığı aldı. Bende büyük bir sandık vardı, içine yorgan ve çarşafların konulduğu, onun yanına gittim, kafamı uzattım, üzüldüm. Beceriksizlikti çünkü yaşadığım, küçüklükte de olsa. Anneannem bana kızdı diye ağlıyorum. Şöyle küçücük bir dokunuş oldu omzuma. Dönüp bir baktım, küçük bir çocuk şöyle diyor; "onlar eşek"... Bana destek olan bir çocuk vardı evde. Bu beni mutlu etmişti. Kuzenimle tanışma hikayemi böyle hatırlıyorum. Bu anıyı unutamam. Hayat boyu da beraberiz kuzenimle, kardeş gibiyiz.

Babam ve Oğlum filminin afişinde sizin fotoğrafınız yer almıyordu. Bu sizde bir kırgınlık yarattı mı?

Öyle şeylere hiç takılmadım hayatımda. Çünkü o bir konsepttir, bir tasarımdır. Altında ismim yazıyordu o bile yeterliydi benim için. Mavi Gözlü Dev'de mavi gözlü devi oynamama rağmen afişte fotoğrafım olmasaydı, "bu bir tasarımdır" diye bakar, üzerinde hiç durmazdım.

Çok farklı rollerde oynuyorsunuz, bu size adaptasyon sorunu yaşatıyor mu?


Hiç yaşamıyorum. Her proje başladığında içimdeki o adamı arıyorum. Bunu çok gözlemleyerek yapmıyorum. İnsan içinde her türlü nüveyi barındıran bir varlıktır. Eğer barındırmasaydı herşeyi yapabiliyor olmazdı. Katil de insandan çıkıyor, aşık da. Anne de insan, baba da. Sevgi ve nefret de insandan çıkıyor. Ben her birimizin bu çekirdeği taşıdığını düşünüyorum. O çekirdekleri, bireye dönüştürmeye çalışıyorum ben de, her rolle karşılaştığımda.

Ülkemizin şu anda içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat anlamında soruyorum. Hatta sinema ve tiyatro olarak da sınırlayabilirim sorumu.

Yetersiz buluyorum. Alt yapısız buluyorum. Yaklaşımları cahilane buluyorum. Görgüsüz buluyorum. Bu cehalet en çok da ülkeyi yönetenler tarafından sergileniyor, bu da içimi acıtıyor. Çok vurdumduymaz bir hal var insanlar üzerinde. Halka da sirayet ediyor. Yine de tek umudumuz sıradan halk. Sıradanlığı yalınlık anlamında kullanıyorum. Umudum yine orada. Çünkü ben insanın hikayesini, insana anlatıyorum ve anlatmaya devam edeceğim. Tiyatroda da böyle, sinemada da böyle. Bir televizyon hakimiyetidir gidiyor, ama ekonomik koşullar da bunu gerektiriyor. İnsanlar evinden çıkmak istemiyor. Tiyatroya-sinemaya gitmek bir törenin başlamasını gerektiriyor. Halbuki televizyon öyle değil. İnsanlar arabalarına binecek, salona gidecek, içeriye girmek için bedel ödeyecek, arada yemek yiyecek. Bütün bunlar bir zaman ve bedel gerektiriyor. Televizyon on santim ötede duran bir kumanda aleti, istediğiniz zaman istediğiniz kanala geçebileceğiniz renkli bir kutu. Ama o törene katılmanın tadına varanlar, televizyonun onunla baş edemeyeceğini iyi biliyorlar. Bir de şundan bahsetmek isterim, artık daha çok proje yapılıyor. Bu Türk sineması için iyi midir, buna seviyeli yaklaşarak şu eleştiriyi getirmek isterim. Her zaman bolluk bereket getirmez. Benim temel prensibim budur.


Söyleşi: Semra Kocabaş